22 Eylül 2010 Çarşamba

...


Son yazıdan bugüne on günü aşkın bir süre geçmiş. Sanılmasın ki; yine ev telaşesine kapıldım. Bu sefer en çok kendimle uğraştım. Bir günde hastalandım, yataktan hatta battaniyenin altından hiç çıkmak istemedim. Nasıl olduysa üşütmüşüm idrar yollarımı. Sıcak su torbam bu hafta evde en dokunduğum, en yakınlaştığım arkadaşım oldu. Her seferinde ölmeme ramak kala doktora gitmeye karar veren ben bu defa hemencecik gittim. Yine de gidene kadar işkence iki gün geçti.


Enterasan olan ise yapılan tahlillerde hiçbir şeyimin çıkmaması. Doktor "bir şeyiniz yok" diyor, ben "olamaz, benim idrar yollarımda enfeksiyon var muhakkak" diyorum. Babaannem de böyleydi; doktora giderdi, dinlerdi dinlerdi, ama teşhisi yine de kendisi koyardı. Hem doktorun verdiği ilaçları içerdi, hem de kendisi içmesi gerektiğine inandığı ilaçları. Dolayısıyla mecazi olarak algılanılmasın lütfen, bir avuç ilaç içerdi. Ben onun hiç ilaç içmeden tek bir gün dahi geçirdiğini hatırlamam. Doktora da çok kolay giderdi. Hani bırak razı olmayı, birkaç gün gitmese mırıldanmaya başlardı tabip ziyareti arzusunu. Onlardan duyabileceği tek bir kelime bile onun için çok önemliydi. Sanki ömrünü on yıl uzatacak bir iksirin formülünü vereceklermiş gibi ona, koşa koşa giderdi doktora.


Ben hiç ona çekmemişim. Son ana kadar hastahane yakınında bile ikametim olmaz. Geçen akşam gittiğimizde anladım. Hani derler ya; insanların bir yapabilecekleri işler var, bir de asla yapamayacakları. İşte ben asla bir hastahanede çalışamazdım. Adamda çelik gibi bir sinir, mangal gibi bir yürek ister o meslek.

1 yorum: